воскресенье, 15 июня 2014 г.

Özgür Adam Ⓒ Engin Duran (1)

''Gerçeği bileceksiniz ve gerçek sizi özgür kılacak.'' İncil, Yuhanna 8:32


Önsöz
''Bir tanıklık on vaaza bedeldir''dedi yaşlı bir vaiz. ... Bir tanıklık neden bu kadar değerlidir? Çünkü bir masa başında hazırlanmış, Kutsal Kitap'ın üstün gerçeklerinin mantıklı bir şekilde sıralanıp sunulmuş bir vaazın içeriği hala hayli teoretik olabilir. Bir hayat öyküsü ise tamamıyla yaşanmış olup kişinin başından neler geçtiğinde, onu etkileyen, düşündüren ve eninde sonunda bu önemli karara getiren unsurların ne olduğuna tanıklık eder. 

İşte Engin Duran'ın yaşam öyküsü önünüzdedir. Taslağını bir solukta okuduğum ilginç bir hikayeyle karşı karşıyasınız. Türkiye'nin farklı bölgelerinde geçirdiği çocukluk dönemi, okul anıları, kavgaları, korkuları ve karşılaştığı sıkıntıları belki size yabancı gelmiyor. İsa Mesih'in ona yönlendirdiği kişisel çağrı Engin'de yeni iniş ve çıkışlara sebep oldu. Daha önce duymuş olduğu
ve gerçek olarak kabul ettiği bütün önyargılarının bir bir yıkılması kendisinde yeni içsel çatışmalar yarattı. Ama sonunda Engin, kendisini seven ve onunla iş birliği yapmak isteyen yüce Tanrı'nın önünde, ''silahlarını'' indirip Mesih İsa'ya teslim oldu. Gelin ve bu yaşamın size de ''vaaz'' etmesine müsaade edin. Bendeniz onun yaşamına bakarak bugüne kadar teşvik verici, meydan okuyucu ve şükretmeye yönlendirici ''vaazlar'' duymaya devam ediyorum.


Çocukluğum...
1974'ün 14 Mayıs'ında Diyarbakır'da dünyaya geldim. Babam orduda astsubaydı. Annem, babam ve ağabeyim İstanbul'da oturuyorlarmış. Doğum vakti yaklaşınca babam, annemi, dayım ve anneannemin yanına göndermiş. O sıralarda dayım da Diyarbakır'da hava kuvvetlerinde astsubay olarak görevliymiş. Ben de böylece orada dünyaya gelmişim.

Çocukluğuma dair pek fazla şey hatırlamıyorum. Hatırladığım birkaç şeyden birisi İstanbul'da Kartal semtinde, bahçeli, şirin bir evde oturmuş olduğumuzdur.

O yılarda Türkiye'de ne yazık ki, sağ ve sol guruplar arasında çatışmalar yaşanıyordu. Pek çok kişi bu çatışmalardan dalayı ya yaralanıyor, ya canından oluyor ya da tutuklanıyordu. Babam askeri cezaevlerinden birinde yöneticilerden biri olduğu için tehditler alıyordu. Bu tehditler sadece ona değil, ama tüm aile fertlerine yönelik oluyordu. Babamın bir gün yatak odasındaki elbise dolabını pencerenin önüne çektiğini ve diğer pencerelere de tahta çakmak suretiyle kapatarak evimizi bizim için daha güvenli bir yer haline getirmeye çalıştığını hatırlıyorum.

Ben ve ağabeyim diğer çocuklarla bazen evimizin biraz yakınındaki su birikintisinde oynardık. Bazen de yere kazdığımız bir çukura bir gazoz şişesi gömer ve sözde petrol kuyumuz varmış da petrol çıkartıyormuşuz gibi oynardık. Ağabeyim ilkokula gidiyordu, ama ben küçük olduğum için henüz okula gitmiyordum. 

Babamın tayini İstanbul'dan Kars'ın Sarıkamış ilçesine çıkmıştı. Babam Sarıkamış Cezaevi'nde müdür olarak çalışacaktı. ... Bizim yolculuk ettiğimiz gün Türkiye'de askeri darbe olmuştu ve askerler yönetime el koymuştu. O zamanlar altı yaşlarındayım.

Sarıkamış çok soğuk ve senenin büyük kısmını karlar içinde geçiren küçük fakat sevimli bir ilçeydi. Ne yazık ki, bizi etkileyen sadece Sarıkamış'ın soğukları olmayacaktı, ama bize derin bir acı da yaşayacaktı...

Bir gün babamın bir arkadaşı eşiyle beraber bizi ziyarete geldi. Henüz onlar bizdeyken ağabeyimin mutfağa annemin yanına gidişini ve annemin de babamı çağırışını hatırlıyorum. Ağabeyimin çok ağrısı vardı ve çok da acı çekiyordu. Annem ve babam beni misafirlerimize emanet ederek ağabeyimi acilen hastaneye götürdüler. Evde saatlerce dönmelerini bekledik, ama ne annem, ne babam, ne de ağabeyim geri gelmediler. Bunun üzerine babamın arkadaşı eşi beni alıp kendi evlerine götürdüler. Üç gün sonra babam beni almaya geldiğinde ağlıyordu. Ona ağabeyimin nerede olduğunu sordum. Ağabeyimi Denizli'de yaşayan anneannemin yanına gönderdiğini ve ağabeyimin artık orada okula gideceğini söyledi. Ona inanmadım. Küçük bir çocuktum, ama ağabeyimin öldüğünü anlamıştım. Ağlamaya başladım. Bundan sonra hatırladığım, bir minibüsün içiğnde,  Kayseri'ye babamın memleketine gidiyor oluşumuz. Minibüsün içinde bir tabut vardı ve ben ağabeyimin onun içinde olduğunu biliyordum. Kayseri'ye vardığımızda babamın akrabalarının evine gittik. Herkes ağlıyordu.

Artık ağabeyim yoktu. Hiçbir şey yapmak istemiyordum. O sadece benim ağabeyim değil, ama aynı zamanda en yakın arkadaşımdı da. Dışarı çıkıp diğer çocuklarla oynamak istemiyordum. Tek yaptığım bütün gün evde oturup pencereden dışarı seyretmek ve saatin saniyelerini saymaktı. Bu yeni taşındığımız yer henüz buraya taşınalı birkaç hafta olmasına rağmen ağabeyimi benden ayırmıştı. Onu hala çok özlüyorum.

Ağabeyim vefat ettikten sonra onu defalarca rüyamda gördüm. Rüyamda ağabeyim ve birkaç çocuk bir su birikintisinden taşlara basarak yanıma geliyorlardı. Yanımda biraz durduktan sonra geldikleri yoldan geri gidiyorlardı. Ağabeyime onunla birlikte gelmek istediğimi söylediğimde benim onunla gelemeyeceğimi ve burada kalmam gerektiğini söylüyordu. Keşke sabah hiç başlamasaydı...

Annem ve babam da çok üzgünlerdi. Ağabeyim hayatını kaybettiğinde henüz dokuz yaşındaydı. Doktorlar kalp ve böbrek yetmezliğinden hayatını kaybettiğini söylemişlerdi. Yeni bir yere bu acı içinde alışmak onlar için de çok zor oldu.

Комментариев нет:

Отправить комментарий